AKP oyları yeniden düşüşte: Hatem Ete ile söyleşi

06.02.2025 medyascope.tv

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Her ay yaptığımız gibi PANORAMATR'nin aylık araştırmalarını, direktörü Hatem Ete’yle konuşuyoruz. Ocak 2025 araştırmasında ilginç birtakım sonuçlar var, ama genel olarak eskisini birazcık tekrarlıyor gibi. Ne dersin Hatem? Hoş geldin yayına.
Hatem Ete: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Çok çarpıcı birtakım hususlar var. Aslında genel olarak aydan aya çok büyük değişiklikler olmuyor. Ama burada benim ilk dikkatimi çeken şu: Geçen ay, kararsız ve oy vermeme eğilimlerinde bir düşüş kaydetmiştiniz. Ama bu ay tekrar yükselmiş. Yani insanlar Ocak ayında tekrar, Aralık ayına değil, Kasım’a dönmüş, değil mi? Kasım’daki gibi, her dört kişiden birisi mi?
Ete: Her dört kişiden birini de geçiyor biraz. Oy vermeyecek olanları da eklediğimiz zaman %30'ları geçiyor. Bu da yeni rastladığımız bir durum değil aslında. Son 6-7 aydır bir yere geldi, oradan aşağı düşmüyor. O da, biraz siyasetin kendi içine dönmesi, her bir siyasi partinin kendi iç dinamiklerine eğilip, biraz toplumsal gündemi siyasete taşımakta yaşadığı zorluklarla ilişkili. Genel olarak, toplumun siyasete güven duygusunu zedeliyor. ‘’Temsil ilişkisi zedelendi ‘’diye yorumluyoruz biz bunu. Bunun tek istisnası, dediğin gibi geçen ay yaşanmıştı. Geçen ay, kararsızlardan AK Parti’ye bir geçiş olmuştu. O nedenle kararsız oranı 3-4 puan azalmıştı. AK Parti de 2-3 puan arttırmıştı. AK Parti bu ay yeniden Kasım ayındaki oy oranına geri dönmüş, kararsızlar da geri gitmiş gözüküyor. Dolayısıyla kararsızlarla ilgili yeni bir durum yok. Toplumun neredeyse üçte biri, tercihini herhangi bir siyasi partiye yansıtmamış görünüyor.

Ruşen Çakır: Burada tabii senin söylediğin gibi AK Parti'nin geçen ay kazanmış olduğu bazı oyları kaybetmiş olduğunu görüyoruz. Bir çıkış yaşamıştı, şimdi yeniden düşüşte. Yanılıyor muyum?
Ete: Evet, doğru. Kısa bir özet yaparsam, sonbahardan bu yana, AK Parti ile CHP arasında birincilik koltuğunun çok sık, neredeyse aydan aya değiştiği bir döneme girmiştik. Onun da miladı, CHP’nin Ağustos'taki Tüzük Kurultayı olmuştu. CHP ilk olarak Eylül ayında, AK Parti'ye göre bir puan geriye düşmüştü, sonra Ekim ayında tekrar birinci oldu. Kasım ayında tekrar birinciliği kaybetti. Bu şekilde devam ediyordu. Bütün bu hareketliliklerde belirleyici olan, AK Parti'nin oy oranı değildi. Bunu seninle değerlendirmiştik. CHP'deki oy oranının düşüklüğü ya da artışı, birincinin değişmesine yol açıyordu. Aralık ayının önemi, ilk defa Suriye'deki gelişmeler ve AK Parti'nin, bu gelişmelerin arkasındaki ana dinamik olduğu duygusu, Türkiye'nin, Suriye'deki rejim değişikliğinin arkasında yer aldığı duygusu, AK Parti'ye mensup kararsızların AK Parti'ye dönmesiyle 3 puanlık bir yükselişe yol açmıştı ve bu sadece AK Parti oylarındaki bir değişimle de sınırlanmamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın performansı artmıştı, Türkiye'nin genel gidişatına yönelik iyileşme artmıştı. Biz o ay seninle değerlendirirken, bunun kalıcı mı geçici mi olduğunu ölçmek için iki üç aya ihtiyaç olduğunu söylemiştik.
Bu ay neredeyse bütün bu göstergelerde Kasım ayına geri dönüldüğünü görüyoruz. Yani hem AK Parti'nin oy oranı Kasım ayındaki oy oranına dönmüş hem Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın performansı, hem seçmenin Türkiye'nin genel gidişatına yönelik algısı. Bu da, o Suriye meselesinin bir ayla sınırlı bir sapma etkisi olduğunu gösteriyor. Seçmen, tekrar kendi eski dinamiklerine geri dönmüş. Buradan aslında bir sağlama da yapabiliriz. Seçmenin gündelik hayatını doğrudan etkileyen dinamiklerde herhangi bir iyileşme olmadığında, oy verme tercihlerinde de kalıcı bir değişim yaşanmıyor. Bu siyasal tartışmalar, seçmenin oy verme dinamiklerinde aylık bazı tepkilere yol açabiliyor. O aylık tepkilerde eğer siyasi partiler tutumlarını kalıcılaştırabilirlerse, seçmenin lehine bir duygu olduğunu geliştirebilirlerse, ilerliyor. Bunu yapamazlarsa geri dönüyor. Suriye'deki gelişmeler böyle kısa dönemli bir heyecana yol açmış gibi gözüküyor. Siyasi psikolojiye yansıması farklı. Onu konuşuruz, ama seçmen eğilimleri itibariyle Aralık ayındaki parantez kapanmış, Ocak ayında herkes, Kasım ayındaki dinamiklere geri dönmüş gözüküyor.

Ruşen Çakır: Tabii buradaki husus şu: Ekonomide çok belirgin bir düzelme olmadığı için insanlar gerçek gündemlerine döndüler. Suriye olayında da biz mesela sosyal medya üzerinden yayın yaptığımız için bütün ölçümleri anında görüyoruz. İlk baştaki Suriye haberlerine, yayınlarına gösterilen ilgiyle şimdikiler arasında çok büyük bir fark var. Şimdi hipotetik bir soru soracağım. Türkiye'deki Suriyeliler gerçekten büyük kalabalıklar hâlinde ülkelerine geri dönmüş olsalardı, herhalde burada bunun karşılığını görürdünüz, değil mi?
Ete: Çok doğru. Biz Aralık ayındaki analizimizde şöyle dedik: Toplumun Suriye'deki bu gelişmelere verdiği ilk olumlu refleksin arkasında rasyonel bazı beklentiler var. Bu beklentilerin birincisi, göçmenler ve mülteciler meselesi. Suriye'deki mülteciler dönecek mi dönmeyecek mi? İkincisi, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye'nin öteden beri şikâyetçi olduğu bu PYD, YPG meselesinin bir hâl yoluna sokulup sokulmayacağı meselesi. Üçüncü dinamik, Suriye'nin yeniden kalkınma sürecinin, orta ve uzun vadede Türkiye'nin ekonomisine yapacağı katkı. Bunun ötesinde, Türkiye'nin tezlerinin haklı çıkması, Türkiye'nin diplomasiyle çok önemli bir yere gelmesi, jeopolitik denklemin değişmesi, Seçmenin gözünde çok daha ardıl konular. Ama seçmenin Suriye meselesinden asıl beklentisi, bu tür somut rasyonel dinamiklerdi. Henüz bunlarla ilgili bir iyileşme olmadığı için de geçici oldu, bir bu. İkincisi, benim gördüğüm, iktidar, zamlar konusunun hemen sonrasında hem asgari ücrette hem maaş artışlarında, toplumun beklentilerinin altında bir zam açıkladı. Bu makro siyasette, iktidarla muhalefetin kapasite farkı toplumun gözünde belirginlik kazanmışken, Erdoğan çok bariz bir şekilde hem çözüm süreci, hem de Suriye'deki meseleler üzerinden muhalefete yüklenmeye başladı. Peş peşe belediyelere yönelik baskınlar, İmamoğlu'na yönelik soruşturmalar, Ümit Özdağ'ın gözaltına alınması, sonra da tutuklanması, Gezi davasının yeniden canlandırılması. Bütün bu dinamikler, meseleyi, o büyük fotoğrafı ortadan kaldırıp, Türkiye'yi tekrar parti siyasetinin dar cenderesine geri soktu.
Suriye'deki gelişmeler Erdoğan'ın psikolojisini değiştirdi. Erdoğan, Suriye'deki gelişmelerden sonra kendi siyasetini revize etti. Bunun iki yansıması oldu: Biri, kendi partisinin içine yönelik uzun vadede vermesi gereken birçok kararı daha hızlı almaya başladı. Ocak ayı içerisinde, yeniden seçimlere katılma isteğini Urfa'da hemen deklare etti. Kongre takvimini erkene aldı ve bütün il kongrelerine katılarak, parti içerisinde güçlü bir canlanma yaşadı. Ekim ayından itibaren Bahçeli üzerinden başlayan ve kendisinin direnç gösterdiği, Öcalan üzerinden PKK'yı silahsızlandırma inisiyatifine şans tanıdı. MİT Başkanını İmralı'ya gönderdi. DEM heyeti İmralı'ya gitti. Ocak ayında o süreçle ilgili yaptığı açıklamalarda ‘’talimatı ben verdim’’ dedi; daha sahiplenici bir dil kullandı. Yani kendi açısından siyasetini netleştirdi, ama bunu yaparken bir taraftan da muhalefeti baskı altına almaya başladı. Bu muhalefeti baskı altına alma dinamiği, toplum gözünde, ‘’muhalefet çok fazla baskı altına alınıyor’’ duygusunu harekete geçirdiği ölçüde, aslında seçmenin muhalefet etrafında öbeklemesine de yol açıyor. Yani kendi seçmenini konsolide ederken, bir taraftan muhalefet seçmenini de muhalefet partilerinde konsolide ediyor. Tamam, kendi kararsız seçmeninin bir kısmının kendisine geri dönmesini istiyor, bu seçmenin CHP'ye kaymamasını sağlamaya çalışıyor. Bu nedenle de CHP'yi biraz kriminalize etmeye çalışıyor. CHP'yi sürekli dava süreçleriyle dar bir alana hapsetmeye, CHP'nin, kendi siyasi güzergâhından çıkıp sürekli savunmada kalmasını sağlamaya çalışıyor. Ama bir taraftan, seçmeni de ürkütüyor. Kendi seçmenini konsolide ederken, karşıdaki seçmeni de CHP arkasında konsolide ediyor.

Ruşen Çakır: Tam bunu soracaktım. Bunun geri tepebilcek bir silah olup olmayacağı meselesi hep tartışılıyor biliyorsun. Özellikle Ekrem İmamoğlu konusunda. Kimileri, “Bu tür baskılar Ekrem İmamoğlu’nu daha da güçlendirir” diyor. Kimileri de “Hiç de böyle olmaz, sonuçta seçime giremez” diyor. İlk görüşe sahip olanlar, “Erdoğan ya da iktidar Ekrem İmamoğlu’nu yasaklasa bile, İmamoğlu’nun yerini alacak olan kişi onun mağduriyeti üzerinden daha iyi bir performans gösterir” diyorlar. Bunları nasıl ölçebiliriz? Seçmen bunları nasıl değerlendirir, güce mi bakar mağdura mı bakar? Bunun bir ölçüsü var mı?
Ete: Elbette. Önümüzdeki dönemlerde bunu ay ay ölçeriz. Bunun ölçümünden çıkar. Ama bir siyasi tecrübe ve geçmiş siyasi olayların okuması üzerinden de bunu sağlayabiliriz. Katılır mısın bilmiyorum ama benim kanaatim, mağduriyet, kendiliğinden, mağdur olan tarafa bir desteğe yol açmıyor. Mağdur olan tarafın bu mağduriyetini gidereceğine yönelik bir irade ortaya koyduğu dönemlerde, bu mağduriyet artı oya dönüşüyor.  Bunun örneklerini yaşadık. 28 Şubat sürecinde Refah Partisi mağdur edildi. Fakat seçmen 1999 seçimlerinde Refah’a, o dönemki Fazilet Partisi’ne yönelmek yerine, bu mağduriyeti giderebileceğini düşündüğü, ‘sistem tarafından daha makbul görülen’ MHP'ye yöneldi. Dolayısıyla mağduriyet, tek başına mağdur olan tarafa bir oy artışı sağlamıyor. Fakat Mayıs 2023 seçimleriyle Mart 2024 seçimleri arasındaki süreçte de tam tersi bir olay yaşadık. Mayıs seçimlerinden sonra iktidar çok güçlendi. Kendi Cumhur İttifakı’nı korumakla birlikte, kendi ittifakına, yeni bir sürü parti aldı. Bunun karşısında muhalefet ittifakı darmadağın oldu ve muhalefet seçmeni kendiliğinden, bir nevi, dağılmış olan muhalefet karşısında güçlü bir aktör olduğuna inandığı CHP'li adaylar etrafında kendiliğinden toplandı.
Dolayısıyla buradaki temel meselede benim okuyabildiğim iki şey var. İstersek bunun dinamiklerini artırabiliriz ama temelde iki dinamiğin etkili olduğunu düşünüyorum. Birincisi, seçmenin burada ‘’Bir yarış adaletsizliği mi var? Bir taraf, diğer tarafa haksızlık mı yapıyor, oyunbozanlık mı yapıyor, elindeki gücü kullanarak, toplumsal vicdanı zedeleyecek bir ölçüde oyunun kurallarını değiştirmeye mi yöneliyor?’’ duygusunu satın alması gerekiyor. İkincisi de, mağdur edilen tarafın, bunun altında ezilmeyeceği bir çıkış üretebileceği, mağdur olan toplumsal kesimleri arkasında toplayıp, taşıyıcı bir siyasi aktörlük ortaya koyup koymayacağına yönelik algı belirleyici oluyor. Mart 2024 seçimleri öncesinde, CHP kendi kurultayında yönetim değişikliğini gerçekleştirip, büyükşehirlerde adaylar etrafında güçlü bir toparlanmaya yol açtığı için, seçmen, iktidar karşısında muhalefeti güçlendirme yönünde yol aldı. Ben önümüzdeki dönemde, Erdoğan'ın, meşru siyasi kanallar üzerinden, muhalefetin ‘’yönetemez’’ algısını, kapasitesizliğini, siyasetsizliğini seçmene aşikâr kılmasının, Erdoğan'a yarayacağını düşünüyorum. Mesela Suriye ve çözüm sürecinde muhalefetin yalpalaması, o anlamda Erdoğan'a orta ve uzun vadede yarayacak bir dinamiğe sahipti. Ama Erdoğan bu normal siyasi süreçlerden çıkıp, doğrudan yargıyı ya da elindeki yönetsel imkânları kullanarak, siyaset açığını idari mekanizmalarla doldurarak, toplum gözünde baskı algısı oluşturduğu bir yolla devam ederse, bunun muhalefeti güçlendireceğini düşünüyorum. Burada muhalefetin bazı şeylere dikkat etmesi gerekir: Bir, refleksif, savunmada duran bir yerde durmaması lazım. İki, bir an önce kendi iç ayrışmalarını gidermesi ve Erdoğan'ın baskıları karşısında sarsılmaması, dağılmaması lazım. Üçüncüsü de, seçmene bir irade ortaya koyması lazım. Bu irade, lider adayını da içerir, aktörü de içerir, birlik bütünlüğü de içerir, bir siyasi programı da içerir. Eğer seçmen ‘’CHP bunun karşısında dağılıyor’’ diye düşünürse CHP'den uzaklaşır. Ama ‘’CHP toparlanarak bu badireden çıkar’’ diye düşünürse, Erdoğan'ın sadece CHP'ye bu kadar yüklenmesi, bilakis, muhalefetin diğer unsurlarının CHP'de toplanmasına da yol açabilir.

Ruşen Çakır: Bu bağlamda CHP'nin açıkladığı ön seçim, cumhurbaşkanı adayını saptayacak. Çok gecikmeden hızlı bir ön seçim olacak anladığım kadarıyla. Ama buna içeriden ve dışarıdan itirazlar oldu. Mesela Mansur Yavaş itiraz etti, Musavat Dervişoğlu da itiraz etti. Dervişoğlu “Bu sadece CHP'nin meselesi değil, acele etmesinler” dedi. Ama CHP de, “Biz erken seçim istiyoruz ve adayımızı da açıklayacağız” dedi. Sen bunu doğru bir hamle olarak görüyor musun? Geçenlerde Halk TV'de bunu bana sordular. ‘’Evet, geç bile kaldılar’’ diye yanıtladım. Sen ne diyorsun?
Ete: Ben her iki yönü de olabilir diye görüyorum. Nasıl yürüteceklerine bağlı.

Ruşen Çakır: Ben kendimi orta yolcu bilirdim, sen benden fazla orta yolcu çıktın. İnsanlar bir cevap bekliyor. 
Ete: Şartları var. O şartları yerine getirmelerine göre bir şey söyleyebilirim. Şimdi en büyük açık şu: Seçime daha 3 yıl var. Seçime 3 yıl kala bir adayın ilan edilmesinin riskleri var. Toplumun hafızasında da bunun bir yere oturması gerekir. Dolayısıyla bence seçmenin de, siyasetin de algılamakta zorlanabileceği bir tercih bu. Fakat bir taraftan da bu, CHP'ye çok ciddi bir avantaj da sağlıyor. ‘’Geçen seçimlerde çok geç kalmışlardı. Şimdi acaba çok mu erken hareket ediyorlar?’’ duygusu seçmende de var, siyasette de var. Fakat bu, kamuoyu önünde uzun bir zamana yayılmazsa, mesela vaat ettikleri gibi Mart’ın ortasında bu işi bir an önce bitirirlerse, bu süreç içinde CHP'deki ayrışmalar daha da derinleşmek yerine, içeride konuşmalarla bir şekilde bir uzlaşmaya vardırılabilirse, yüzeyde tutulabilirse, Mansur Yavaş’la Ekrem İmamoğlu arasındaki bu rekabet, iyi bir diplomasiyle bir çözüme kavuşturulabilirse ya da adil bir yarışla bir yere neticelendirilebilirse, kısaca, hem iktidara, hem CHP seçmenine, hem de CHP adayına oy verebilecek muhalefetin diğer unsurlarına, ‘’bu süreçte, bu adamlar bu işi beceremeyecekler’’ duygusu verilmezse, bu olumlu bir hamleye dönüştürülebilir. Mart ayından sonra belirlenen aday üzerinden erken bir siyasal kampanyayla erken seçim duygusu hızlandırılabilir. Bu başarıya ulaşır mı ulaşmaz mı, onun için erken. Çünkü istemediği müddetçe, iktidarın, Meclis’teki çoğunluk itibariyle erken seçime gitmeme lüksü var. Fakat bu güçlü bir siyasi hamleye döner. Bu, işi nasıl yürüteceklerine bağlı. En nihayetinde bir şey yapmamaktan daha olumlu bir hamle olarak görüyorum. Ama “Evet, hamle buydu. Yapılan yüzde yüz doğru” diyecek durumda değilim. Süreci nasıl götüreceklerini görmek gerekir diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Tamam, sen bekleyip görmeye devam et. Ben görüşümü açıkladım. Şaka bir yana, benim, adına ‘’yeni çözüm süreci’’ dediğim, ‘’Bahçeli açılımı,’’ ‘’İmralı açılımı,’’ her neyse, ona gelelim. Aslında İmralı ziyaretleri dışında, çok büyük olaylar yaşanmadı. Hele ikinci ziyaretin ardından çok ciddi bir açıklama da yapılmadı. Burada MHP'nin oylarında çok büyük bir düşüş görmüyorum. Yanılıyor muyum? Yok.  MHP'den birileri kaçıyor ve diğer milliyetçi partilere gidiyor gibi de gözükmüyor. Fakat şu anda baktığım tabloda, ‘’bugün seçim olsa kime oy verirsiniz?’’ tablosunda, oy vermeyecekler dağıtıldıktan sonra, klasik, AK Parti ile CHP kıl payı beraber yarışıyorlar. MHP’yle DEM Parti neredeyse aynı oyu alıyor. Ardından Zafer Partisi geliyor, MHP'nin yaklaşık 2 puan gerisinden geliyor ama fark çok büyük değil. Bu arada Yeniden Refah Partisi ve İYİ Parti, neredeyse %2'nin altında bir yerde birbirlerine yakın duruyorlar. Tabii siz kararsızları dağıtmıyorsunuz. Ama kararsızlar da dağıtılırsa herhalde benzer bir şey çıkar. Normal şartlarda sanki bir kaçış olurmuş gibi düşünülüyordu. Mesela, Bahçeli'nin bu ısrarından dolayı gerek Zafer Partisi’ni gerek İYİ Parti’nin ya da yeni kurulan Anahtar Parti’nin oy alabileceği söyleniyordu. Şu hâliyle pek bir şey görünmüyor. Somut büyük bir gelişme olmadığı için mi böyle? Mesela beklendiği gibi, Öcalan bu ay içerisinde o açıklamayı yapıp, açıklamanın sonuçlarını gördüğümüzde, bu, herhalde seçmen davranışına bir şekilde etkili olacaktır. Öyle değil mi?
Ete: Çok doğru. Biz seninle bu programlarda hep bunu konuştuk aslında. Bugüne kadar, yani Ekim ayından bu yana, bu, henüz daha siyasi partilerin seçmen desteğine yansımış bir dinamiğe dönüşmedi ve özellikle milliyetçilik etrafında örgütlenen seçmenin hareketliliği, bu süreçte çok önemli bir dinamiğe dönüşebilir diye, neredeyse her ay bunu odağa alarak bir daha bakıyoruz. Orada bugüne kadar henüz bir hareketliliğe rastlamadık. Geçen ay da değerlendirdiğimizde, ben bunu iki şeye bağlamıştım. Bir, henüz somut bir yansımanın olmamasına, yani yarın öbür gün çağrı yapıldığında ve bu çağrı neticesinde Öcalan'la ilgili bir tasarrufta bulunulduğunda, tarafların bu meseleyi nasıl ele aldığına bağlı olarak, kısmi bir oy hareketliliği yaşanabilir. İkincisi, ben ilk günden, bunun da sınırlı olacağını düşünüyorum. Çünkü iktidar da bir taraftan bu meseleyi çok temkinli bir şekilde sürdürüyor. İktidar, özellikle milliyetçi seçmene ‘’burada çok ciddi bir taviz veriliyor’ algısına yol açacak yanlış bir söz ya da hareketten kaçınıyor zaten. Bahçeli bunu tamamen güvenlik ve bir toplumsal barış imkânı üzerinden kodlarken, Erdoğan, ondan da daha geri planda savunmayı kurup, burada tamamen bir kayyum siyasetini olduğu gibi sürdürerek, PKK'ya ve PYD'ye yönelik söylemlerinden asla taviz vermeyerek, eski sertlikte sürdürerek, daha temkinli bir süreç yürütüyorlar. O anlamda, somut bir çıktıya dönüştüğü zaman bunu daha rahat test edebiliriz. Ama benim kanaatim, bunun çok ciddi bir oy hareketliliğine dönüşmeyeceği yönünde.

Ruşen Çakır: Peki, Zafer Partisi diğerlerine göre nispeten önde gözüküyor.
Ete: Onu ayrıştırmak lazım. Sözünü kestim. Geçen ay ve bu ay, oyları biraz yükselmiş gözüküyor. Bence Ümit Özdağ'ın tutukluluğu bununla doğrudan ilişkili. Önümüzdeki dönemde bunun kamuoyunda gündem bulup bulmamasına bağlı olarak Zafer Partisi'nde bir düşüş de yaşanabilir. Ben bu yükselişi bu meseleye bağlamıyorum. Tamamen Ümit Özdağ özelinde yaşanan şeyle ilişkilendiriyorum.

Ruşen Çakır: Tabii, bunun Ümit Özdağ'ın tutuklanmasından önce olduğunu biliyoruz. Tam da onu soracaktım. Tutuklanma nasıl etkiler? Burada yine klasik mağduriyet meselesine geliyoruz, ama bir diğer yön de şu: Zafer Partisi Ümit Özdağ'la çok özdeşleşmiş bir parti. Ümit Özdağ'ın faaliyetleri dışında, yeni yeni Azmi Karamahmutoğlu biraz duyulur gibi oldu, ama başka bir figür yok. Ümit Özdağ tek başına partiyi sürüklüyor gibi. Şimdi cezaevinden de sosyal medya üzerinden bir şeyler yapmaya çalışıyor. Sen ne düşünüyorsun, Özdağ’ın tutukluluğu Zafer Partisi'ni nasıl etkiler?
Ete: Tutukluluğun ilk dönemlerinde bir oy artışı olarak yansımasını beklerim. Ama orta ve uzun vadede bu oyların azalmasını, Zafer Partisi’nin gittikçe daha da küçülmesini beklemek daha gerçekçi geliyor bana. Bir kere ne olacağını bilmiyoruz, iddianamenin nasıl şekilleneceğini, yargılama sürecinin nasıl yol alacağını, Zafer Partisi’nin Ümit Özdağ’sız bir şekilde bir siyasal aktivizm, bir hareketlilik sağlayıp sağlamayacağını, onun yerine geçen aktörlerin iyi bir sözcülük üstlenip üstlenmeyeceklerini bilmiyoruz.  Ama sadece bu olayın kendisine verilen tepkileri değerlendireceksek, bütün bu koşulları bir tarafa bırakacaksak, ilk tepki, bir dayanışma duygusu etrafında şekillenir, ama zamanla daha soğukkanlı değerlendirmelerle Zafer Partisi dışındaki başka adreslere yönelmeyi beklemek daha gerçekçi olur diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Burada bu ayın odak konusu olarak demokrasi ve güvenliği almışsınız. Malum, çok kritik bir konu. Çok fazla uzatmadan söyleyecek olursak, ne buldunuz, ne saptamalar yapıldı? İnsanların güvenlik duygusuyla da çok ciddi bir şekilde sandığa gittiklerini biliyoruz. Ama mesela bu araştırmada da insanların ekonomi konusunda gayrimemnun ve umutsuz olduğunu görüyoruz, değil mi? O devam ediyor, bir düzelme beklentisi pek yok. Hatta iktidar seçmeninde de pek yok anladığım kadarıyla. Hep aklıma 2015 Kasım seçimi geliyor. 2015 Haziran seçiminde AK Parti Meclis çoğunluğunu kaybetti. Türkiye’de bir güvenlik endişesi ön plana çıktı, çünkü ülkede her yerde terör eylemleri vardı. AK Parti güvenlik ve beka söylemiyle, birkaç ay içerisinde kaybettiği oyları geri toplamıştı. Şimdi Türkiye'de iktidarın, güvenlik üzerinden, tekrar insanların güvenlik duygusunu bir anlamda suistimal ederek oy toparlayabilme imkânı var mı sence? 
Ete: Bu, Türkiye’ye özgü bir durum değil. Güvenlik duygusu, dünyanın birçok yerinde artık seçmen dinamiklerindeki en belirleyici unsur. Bu her zaman terör saldırıları, istikrarsızlık duygusuyla şekillenmiyor. 2015 7 Haziran’la 1 Kasım arasında yaşadığımız çok ekstrem bir örnekti. Her ülkenin kolay kolay karşılaşmayacağı başka bir deneyimdi. Onun da etkisi çok hızlı oldu. Seçmen, bir güvenlik ve istikrar duygusuyla, güçlü bulduğu aktörün etrafında toplandı. Fakat şimdi göç meselesi birçok yerde böyle bir etki uyandırıyor. Çevresel jeopolitik krizler birçok yerde bu tür bir etkiye yol açıyor. Bence güvenlik meselesi Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya itibariyle, içerideki mülteci sayısı, terör meselesinin henüz çözülmemiş olması gibi birçok dinamiğin etkisiyle, önümüzdeki dönemde de siyasetin önemli bir unsuru olmaya devam edecek. Mesela Suriye'deki mesele şimdi biraz suhuletli bir çözüm yoluna girdi. Önümüzdeki dönemde, oranın istikrara kavuşması epey zaman alacaktır. Suriye’de, münferit terör saldırılarıyla istikrarsızlık riski devam ediyor. Bu güvenlik meselesi, illa sıcak, herkesin somut olarak algıladığı bir mesele üzerinden de şekillenmiyor. Biraz iktidarın söylemini nasıl inşa ettiği etrafında da düğümlenebiliyor. Diyelim ki Amerika'nın muhayyel bir Ortadoğu planı, İsrail'in Amerika'yla işbirliği içerisinde Ortadoğu'da nasıl bir jeopolitik denklem kuracağı gibi bir mesele bile, iktidarın söyleminde, toplumun satın alabileceği bir ciddi güvenlik kaygısına dönüştürülebilir. Çünkü herkes biliyor ki Ortadoğu coğrafyası değişiyor ve Amerika’yla İsrail, orada başka bir jeopolitik denklem peşindeler.
Dolayısıyla benim kanaatim, önümüzdeki dönemde bu güvenlik meselesi, Türkiye'nin siyasi tartışmalarında çok ciddi bir unsur olmaya devam edecek. Buradaki sıkıntı, iktidarın tek başına kalması. Yani sadece iktidarın bir güvenlik ve bir jeopolitik denklem ve bir dış politika söylemi var. Muhalefetin, buna karşı, Ortadoğu’yu eksene alan, Türkiye'nin içinde bulunduğu coğrafyayı iktidardan daha farklı okuduğu, bu güvenlik tehditlerini bertaraf etmeye, iktidardan daha farklı bir çözüm dinamiğine sahip olduğuna yönelik yeni ve canlı bir söyleme ihtiyacı var. Bu olduğu zaman, seçmen iki tarafta da eşit oranda bölünebilir. Güvenlik kaygısını kendisi için önemseyen seçmen, o zaman sadece iktidara yönelmez, bir taraftan muhalefetin çözümünü daha anlamlı bulur. Ama şimdi bizim şahit olduğumuz, dünyanın birçok yerinde bu güvenlik meselesinin neredeyse tamamen çok ciddi dış politikaya, çok belirleyici bir dinamiğe dönüşmüş olduğu. Ve burada sadece iktidarın bir söylemi var, ama muhalefetin bugüne kadar bunu dengeleyecek bir söylemi yok.

Ruşen Çakır: Sizin araştırma sonucunda, insanlar dış politika konusunda iktidarı daha başarılı görüyorlar, yanılıyor muyum? Aslında birçok kamuoyu araştırmasında, “İnsanlar ekonomiden memnun değil. Muhalefet ekonomi konusunu halleder mi?” diye sorulduğu zaman da büyük bir çoğunluğu ‘’hayır’’ diyor. Sizin araştırmanızda da öyle. Dolayısıyla muhalefetin, ekonomi başta olmak üzere, dış politika, güvenlik gibi temel konularda, inandırıcı, kapsayıcı alternatifler üretebilmeleri ve anladığım kadarıyla kadrolar gösterebilmeleri gerekiyor.
Ete: Kesinlikle. Biz geçen ay PANORAMATR için değil, başka bir vesileyle bir araştırma yaptık. Orada iktidar ve muhalefeti üç denklemde karşılaştırdık. Biraz önce bahsettiğin üç başlık ekonomi, güvenlik ve dış politika. İktidar, dış politika ve güvenlikte muhalefetten daha fazla güvenilir, desteklenir bulunuyor. Ekonomide ise birbirleriyle başa başlar, hatta muhalefet biraz daha önde. Dolayısıyla burada çok açık bir tablo var. Evet, ekonomi açık ara en belirleyici dinamik, dünyada da böyle. Seçmen uzunca bir süredir öncelikle gündelik yaşam pratiklerini etkileyecek meseleler üzerinden oy tercihini belirliyor. Ama artık bu kimlik siyasetindense, bu kimlik siyasetiyle eklemlenmiş, dış politika tercihleri ve güvenlik politikaları belirleyici bir rol üstleniyor. Burada iktidar ülkeyi de uzunca bir süredir yönetiyor olmanın avantajıyla hem dış politikada hem güvenlikte, topluma dört başı mamur bir söylem ve siyaset önerebiliyor. Muhalefet ise tamamen bunu yadsıyan bir söylemle hareket ediyor. Yeni bir gelişme olduğu zaman da bu meselelerle ilgili bir söyleme çok hazır olmadığı için, toplumun gözünde, ‘’beceriksiz’’ algısı yaratıyor ve oradan da hızlıca kimlik siyasetine savruluyor. Seçmen aradaki farkı görebiliyor. Orada, iktidarın muhalefete kıyasla açık ara üstünlüğü var.

Ruşen Çakır: Evet, Hatem. Atladığımız bir şey kalmadı diye tahmin ediyorum. Söylemek istediğin bir şey varsa ekleyebilirsin.
Ete: Süreci pek konuşmadık. Daha doğrusu milliyetçi oylar üzerinden konuştuk biraz.

Ruşen Çakır: MHP oyları anlamında konuştuk ama orada ekleyeceğin bir şey varsa memnuniyetle izleyicilerimizle paylaşalım. Ben, bu ay bitmeden Öcalan'ın bir açıklama yapmasını ve doğrudan PKK'ya silah bırakma çağrısı yapmasını bekliyorum. Tabii onun çağrısı biraz yarı talimat, yarı çağrı gibi oluyor. Kimileri, PKK’nın buna uymayacağını söylüyor. Ama ben, Öcalan, uymayacaklarını bileceği bir çağrıyı yapmaz diye bir akıl yürütüyorum. Ondan sonra ne olacağını da çok merak ediyorum tabii.
Ete: Evet, aynı fikirdeyim. Ben Cumhurbaşkanı’nın Aralık ayına, Suriye'deki bu gelişmeler yaşanınca kadar, Bahçeli'nin başlattığı inisiyatife temkinli yaklaştığını, güçlü çekinceleri olduğunu düşünüyorum. Çünkü Bahçeli'nin kurgusunda ‘’üçlü bir tehdit var. Bu tehdide karşı bizim bu meseleye el atmamız lazım’’ söylemi vardı. Suriye'deki gelişmeler, bu tehdidi Türkiye açısından fırsata çevirdi. Erdoğan, o fırsat değerlendirmesi sonrasında bence bu sürecin önünü açtı ve 3 ayın sonrasında, DEM Parti heyeti İmralı’ya gitti. Ben önümüzdeki dönemde, devletin, bu eski çözüm sürecinden de çıkarmış olduğu dersle, Öcalan’ın, güçlü bir çağrı yapmadıkça, çağrı yapmasına müsaade etmeyeceğini, ancak güçlü bir çağrı olursa bu çağrıya müsaade edileceğini ve bu güçlü çağrı sonrasında, temelde Kürt kamuoyunda, siyasi çevrelerde, Avrupa kanadında bu çağrıya uyulacağına yönelik oluşan konsensüs karşısında, Suriye'deki gelişmeler dolayısıyla Kandil'de bazı çekincelerin olduğunu gözlemliyorum. Eğer olursa, orada da Kandil Öcalan'ın çağrısını toptan reddetmek yerine, Suriye'deki bazı dinamiklerde bir iki meseleyi ön plana çıkararak, geneline uymayı ya da en azından Türkiye için uymayı, Suriye için bazı koşullarla müzakereyi bir süre daha sürdürmeyi tercih edecektir diye düşünüyorum.
Dolayısıyla asıl Öcalan'ın çağrısından öte, Öcalan'ın yapacağı çağrı sonrasında, bu çağrıyı belli yerlere çekmeye çalışan Kandil’i kendi çağrısına uymaya zorlayıp zorlamayacağının daha belirleyici olacağını düşünüyorum. Bugün itibariyle Öcalan'ın çağrı yapacağı açık. Bu çağrı silah bırakma yönünde olursa, bulunduğu koşullar itibariyle olacağını da öngörebiliriz. Fakat Kandil bu çağrıya itiraz ettiğinde, Öcalan'ın, bu çağrının peşini getirip getirmeyeceği, bence bu sürecin selameti üzerinde belirleyici olacak. Eğer Öcalan orada direnirse, sözünün arkasında durursa, DEM Parti, Avrupa ve Suriye'yi de yanına alıp, Kandil'in bu çağrıya uymasını sağlayabilir. Ama eğer bu çağrının arkasında durmazsa, Kandil'in bundan yeni açıklar bulup, oradan bu çağrıyı başka vesilelerle yok sayma imkânının da önü aralanmış olur diye düşünüyorum. Bunun için de sadece hükümetin Öcalan'la ya da DEM Parti'nin Öcalan ve diğer partiler ve bileşenler arasında yaptığı mekik diplomasisi etkili olmayacaktır. Orada, Amerika'nın SDG’yle Suriye'nin yeni yönetimi arasında nasıl bir uzlaşmaya razı olacağı, SDG’yi nasıl bir uzlaşmaya zorlayacağı belirleyici olacak. Dolayısıyla biz Türkiye'de PKK'nın silah bırakmasını konuşuyoruz, ama burada Öcalan kadar, aslında Suriye'de ne olacağı belirleyici olacak. Orada da yoğun bir trafik var, biraz da o yüzden gecikiyor diye okuyorum bu meseleyi.

Ruşen Çakır: Zaten Ahmed eş-Şara’nın Ankara ziyaretinde öne çıkan en temel konu oydu. Gerek Erdoğan'ın basın toplantısında söylediklerinde gerek Hakan Fidan'ın Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamalarda da onu gördük. Tabii ortada şöyle tuhaf bir durum var: Erdoğan terörle mücadele konusunda görüş birliğine vardıklarını söylüyor, ama eş-Şara’nın oradaki YPG/PYD yapılanmasını terörist olarak açıkça tanımladığına hiç şahit olmadık. Çünkü ‘’terörist’’ deyip karşısına alamıyor. Tabii işin ilginç bir tarafı da eş-Şara hâlâ birçok yerin terör listesinde, öyle değil mi? Yani onunla ilgili böyle garip bir durum var.
Hatem, o zaman şöyle özetliyoruz: Suriye'deki olayların Türkiye lehine gelişmesi nedeniyle Erdoğan'ın ve iktidarın bir dönem yakalamış olduğu ivme, şimdi tekrar normale döndü. O çıkış devam etmedi. Ama bu arada muhalefet de bir oy kazanıyor gibi gözükmüyor. Bir diğer husus, Bahçeli'nin bu açılımı bu kadar sahiplenmesine rağmen, MHP, diğer milliyetçi partilere kıyasla büyük bir kayıp yaşamıyor.
Ete: Evet, bir hareketlilik yok.

Ruşen Çakır: Birinci ligde, AK Parti'nin kısmen önde olduğu bir başa baş olay var. Daha sonra MHP’yle DEM Parti'nin, neredeyse aynı oranda aldığı bir oy var. Ardından Zafer Partisi ve diğerleri, ama onlar çok etkili değil. Böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Şubat ayına, bu açılım meselesi ve tabii ki Ekrem İmamoğlu'nun davaları damgasını basacak herhalde. Mart başında, Şubat ayının araştırmasını yine seninle konuşacağız. Çok teşekkürler.
Ete: Ben teşekkür ederim. İyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Hatem Ete’yle, PANORAMATR'nin Ocak 2025 araştırmasını değerlendirdik. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
09.02.2025 Bu AK Parti’nin İstanbul’u geri alması çok ama çok zora benziyor
06.02.2025 AKP oyları yeniden düşüşte: Hatem Ete ile söyleşi
03.02.2025 Meral Danış Beştaş anlatıyor: Türkiye Kürt sorununun çözümüne ne kadar yakın?
02.02.2025 İmamoğlu mu, Yavaş mı, ikisi birden mi yoksa hiçbiri mi?
30.01.2025 Suat Toktaş gazeteci olduğu için tutuklandı
29.01.2025 Transatlantik: Rusya-Suriye ilişkileri | Trump'ın Ukrayna politikası | Gazze ateşkesinde son durum
26.01.2025 Çözümsüzlük için Kandil’den medet ummak
24.01.2025 Haftaya Bakış (251): Grand Kartal Otel faciası | Özdağ tutuklandı | Ayşe Barım gözaltına alındı | İkinci İmralı ziyareti
23.01.2025 Diyarbakır yeni çözüm sürecini tartışıyor | Serra Bucak, Vahap Coşkun, Mehmet Kaya ve Nahit Eren değerlendirdi
22.01.2025 Transatlantik: Trump nasıl başladı? | Unuttuğumuz Suriye | Gazze ateşkesi
09.02.2025 Bu AK Parti’nin İstanbul’u geri alması çok ama çok zora benziyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı