Mümtaz’er Türköne yanıtladı: Bahçeli neden CHP operasyonlarına destek veriyor?

08.09.2025 medyascope.tv

8 Eylül 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Evet, Mümtaz’er Türköne ile birlikteyiz. Mümtaz’er, önce şunu söyleyeyim, şimdi bu olay da oldu ve hemen bana birkaç kişi laf etti; ‘‘Hadi Mümtaz’er’i alın, bakalım MHP ülkeye nasıl demokrasi getirecek’’ diye. Biliyorsun, Devlet Bahçeli yerli ve millî gazeteci Nedim Şener’e demiş ki: "İstanbul kararı CHP’nin bütününe uygulanması lazım." 15 Eylül’ü, büyük kurultay davasını kastediyor. Anlaşılan senin MHP ve Bahçeli de bu olayı destekliyor. Ne dersin?
Mümtaz’er Türköne: Çok düz bir mantıkla, düz bir muhakemeyle okunduğu zaman öyle. Fakat Türkiye'nin temel meselesi, siyasetin de temel ekseni, her şeyin gelip bağlandığı, düğümlendiği yer Türkiye'nin çözüm süreci. Çözüm süreci konusunda ciddi olan, samimi olan, kararlı olanın varacağı yer, duracağı yer demokrasi. Bunun dışında başka bir alternatif yok. Demokrasi dışı yöntemlerle, yani bugün Cumhuriyet Halk Partisi'ne yapıldığı şekilde hukuk dışı yöntemlerle, yargıyı tam anlamıyla bir cellat gibi kullanarak karşı tarafı etkisiz hâle getirme yöntemleriyle çözüm sürecini yürütemezsiniz. Türkiye'yi başka bir yere, başka bir çağa taşıyamazsınız. Bahçeli'nin tavrı da ikili bir tavır. Yani bir tahterevallide tam orta noktasını yakalamak ister gibi duruyor. Bir tarafta çözüm sürecine bütün siyasi kariyerini, bırakacağı siyasi mirası her şeyi yüklemiş, bütün varıyla yoğuyla bir hayat memat meselesi olarak görüp o meseleye ağırlık veriyor; öbür taraftan da Cumhur İttifakı arasında kendisine emin bir yer, işte dengeli, sürdürülebilir bir yer oluşturmaya çalışıyor. Benim anladığım şu: Cumhuriyet Halk Partisi'ne yüklendiği zaman Bahçeli, dönüp Erdoğan'a bir şey söylemiş oluyor. Yani Cumhuriyet Halk Partisi'ne herhangi bir şey söylemiş olmuyor. Zaten Cumhuriyet Halk Partisi'nin başına gelenlerin hepsi de Erdoğan'ın mutfağından üretilen, oradan uygulamaya geçirilen şeyler. Öbür taraftan da dikkat ederseniz bütün metinlerinde, bütün açıklamalarında bir demokrasi, hukuk vurgusu var. Bunu da doğrudan doğruya çözüm sürecinin muhatabı olan Kürtlere, işte Kürt siyasetine, PKK'ya, Abdullah Öcalan'a bir mesaj olarak iletiyor. Bu ikisi de birbiriyle çelişiyor. Bu çelişkiyi nasıl çözecek? Bunun içinden nasıl çıkacak? Ama bunun ikisi de gerçek, ikisi de realite. Bu çelişkinin içinden, bu açmazın içinden nasıl çıkacak? Bunu ben de merak ediyorum doğrusu. Bu şu anlama gelmiyor, yani ‘‘Cumhuriyet Halk Partisi'ni yerle yeksan etmeye çalışan, bu tür operasyonlarla yok etmeye çalışan Devlet Bahçeli'dir’’ gibi bir anlama gelmiyor. Yani ana fikri vurgulamak istiyorum. Bahçeli, Cumhuriyet Halk Partisi'ne verip veriştirirken aslında Cumhuriyet Halk Partisi'ne değil, dönüp Erdoğan'a, "Ben senin yanındayım. Sen bu kadar aşırıya kaçan eylemler yaptığın zaman bile, operasyonlar yaptığın zaman bile ben senin yanındayım" mesajını vermiş oluyor. Bunun ötesinde bir anlam çıkartırsak, Türkiye'nin Ekim ayından bu yana yaşadıklarıyla uyumlu olmaz. Başka türlü bir açıklaması da yok maalesef.

Ruşen Çakır: Şimdi Mümtaz’er biliyorsun, bugün İzmir Balçova'da 16 yaşında bir çocuk, otomatik tüfekle bir karakolu bastı ve iki polisi şehit etti. Bu çocuğun videoları var, tekbir getiriyor ve ailesinin de dediğine göre son dönemde IŞİD kanallarını vesairelerini takip ediyormuş sosyal medyada. Böyle bir olay yaşandı ve Devlet Bahçeli bununla ilgili bugün bir açıklama yaptı. Açıklamanın en sonunda şöyle diyor: "İç barış ve huzur havasını bozmak için tetikte bekleyen mihrakları iştahlandıran, kışkırtan, heveslendiren, bununla mündemiç eyleme geçişi hızlandıran iç ve dış ihanet cephesini dağıtmak kaçınılmaz bir millî görevdir." Yani burada da CHP'ye bir gönderme var. Yani CHP'nin sokakta olması ya da il binasının önünde olması şu bu Bahçeli'yi çok ciddi bir şekilde rahatsız ediyor. Ne yapacak CHP? Yani sessiz kalıp siyasi iktidarın yargısının kararlarına "Boynum kıldan ince" mi diyecek? Nasıl olacak?
Mümtaz’er Türköne: Şimdi, tabii Bahçeli'nin açıklamasını da gündemin İstanbul İl Başkanlığındaki manzaralarıyla açıklamak lazım. Manzara inanılmaz derecede itici bir manzara. Bunu AK Partili sesler, sözcüler de ifade ediyorlar. Yani bir parti kendi il binasına giremiyor 200-250 kişilik polis koridoruyla.

Ruşen Çakır: Mümtaz’er ne diyorsun Gürsel Tekin olayına?
Mümtaz’er Türköne: Her dönemde siyasi rekabet kızıştığı zaman nefret objelerine ihtiyaç olur. Yani nasıl bir niyetle, nasıl bir gerekçeyle yapıyor bunu Gürsel Bey bilmiyorum ama bu dönemde nefret objesi olmaya aday. Çok itici bir manzara. Gerçekten çok rahatsız edici bir manzara. Bu manzaradan rahatsız olmak için CHP'li olmak da gerekmiyor. Hatırlarsan bu II. Dünya Savaşı'nda Fransa'da bir Vichy hükümeti vardı.

Ruşen Çakır: Evet.
Mümtaz’er Türköne: Vichy hükümeti, işte neticede Fransa'nın yarısı Almanlar tarafından işgal edilmiş, fakat sömürgeleri var. İşte mesela ‘‘Casablanca’’ filmini hatırlarsan orada Vichy hükümetinin temsilcisi bir Fransız subayın etrafında dönüyordu bütün entrikalar. Yani Fransa'nın hâlâ bir gücü var, bu gücü temsil etmek üzere Hitler'in atadığı bir hükümetti. İşgalcilerle iş birliği yapan bir hükümetti. Ve Vichy hükümetinin 4 yıl boyunca bütün hikayesi kendi aralarında çekişmekten, tepişmekten, birbirlerinin kuyusunu kazmaktan ibaret. Yani iş birlikçilerinin böyle bir doğası var. Neticede bir iş birlikçi olarak piyasaya çıktıkları zaman, kendilerini ortaya attıkları zaman hayatlarının geri kalan kısmı da kendi aralarındaki problemlerle boğuşmakla geçiyor. Ben Cumhuriyet Halk Partisi'nin safralarından kurtulduğunu, toplum nezdinde de "Ha bu parti arınıyor, daha saf bir hâle geliyor" imajı verme gibi bir yola girdiğini düşünüyorum. Dikkat çekmek istediğim bir husus var bu kayyum atama meselesinde. Yargının sopa olarak kullanıldığını söylüyoruz. Evet, yargı hakikaten Cumhuriyet Halk Partisi'nin sırtına şiddetle darbeler vurarak Cumhuriyet Halk Partisi'ni güya adam etmeye uğraşıyor. Tam da 19 Mart öncesinden beri planlandığı şekilde Cumhuriyet Halk Partisi'ni enterne edip, etkisizleştirip kendi iç sorunlarıyla boğuşur bir şekilde bataklığa gömüp iktidar adayı, iktidar rakibi olmaktan çıkartmaya çalışıyor. Şimdi iki şey dikkat çekiyor bu olayları, gündemleri takip ederken üzerinde durmak istediğim. Birincisi, iktidar kibri. Evet, yani kibir dediğimiz, kibir sahibi kendini çok güçlü görür, çok büyük görür. İkincisi de bunun ikinci bir tarafı vardır: Rakibini de çok küçük görür. Cumhuriyet Halk Partisi çok küçük olmadığını aslında bu İstanbul İl Teşkilatı’nın işgali meselesinde de gösterdi. Bir hatalar zinciri devam ediyor iktidar açısından. Oturup bunu tam anlamıyla siyasi rekabetin kendi iç dinamikleriyle, kendi mantığıyla açıklamaya kalksak, bu manzara iktidara kaybettiriyor, muhalefete kazandırıyor. Şimdi ikincisi şu: Asliye Hukuk Mahkemesi. Mahkeme dendiği zaman herkes gözünde soyut bir şey canlandırabilir ama Asliye Hukuk Mahkemesi tek hâkimli bir mahkeme. Bir tane hâkim bütün Türkiye'de siyaseti değiştirecek, ters yüz edecek bir karar veriyor. Şimdi bu işin gerçek sorumlusu da Yüksek Seçim Kurulu. Yüksek Seçim Kurulu da bu kararı alıyor. Yarı yarıya, tam anlamıyla dengeleyerek bir tarafta kendi yetkilerine, kendi görevlerine sahip çıkıyor ve sahip çıktığı zaman da Cumhuriyet Halk Partisi'nin önünü açıyor. İlçe kongrelerinin yapılmamasının iptal edilmesi gibi, ilçe kongrelerinin önünün açılması gibi. Yani kayyum atansa bile Cumhuriyet Halk Partisi bunu çok kısa bir zamanda düzeltecek. Nitekim 25 Eylül'de bir kongre kararı var İstanbul Teşkilatı için. Şimdi öbür tarafta da Asliye Hukuk Mahkemesi'nin kayyum atama kararı da Yüksek Seçim Kurulu'nun uhdesinde olduğu hâlde bunu sineye çekiyor. Bunu, bu kararı değiştirmiyor. Şimdi yargıyla ilgili şöyle bir tablo çıkıyor ortaya: Nokta atışlar, yani sniper gibi nokta atışlar için görevlendirilen ve hedefi vuran bir örgütlenme, yargı içinde bir örgütlenme, özel görevli kişiler, yargıçlar, savcılar, böyle bir intiba toplumda oluşuyor. Fakat öbür taraftan da Yüksek Seçim Kurulu'nun verdiği bu son kararda, yani Yüksek Seçim Kurulu da tek seçici, tek güç olarak cumhurbaşkanlığı tarafından, saray tarafından atanmış, belirlenmiş bir mahkeme; fakat siz adamı seçip oraya hâkim olarak atadığınız zaman, tamam, adama bir rütbe veriyorsunuz, bir makam tevdi etmiş oluyorsunuz, özel bir konuma getirmiş oluyorsunuz. Ama sonrasında Cumhuriyet Halk Partisi ile ilgili de Asliye Hukuk Mahkemesi'nin verdiği kararı onaması gerektiği zaman, onunla aynı şekilde, onun paralelinde karar vermesi gerektiği zaman ona şunu söylemiş oluyorsunuz: "Ben seni oraya bir intihar bombacısı olarak yolladım. Patlat kendini. Ben de işimi göreyim." talimatı vermiş oluyorsunuz. Bu talimatı da kimse yerine getirmiyor. Böyle bir işi de kimse yapmıyor. Yani yargı çok ağır bir baskı altında olmasına rağmen aralardan kendince yollar, yöntemler bularak hukuka bir şekilde hayata geçme imkânı veriyor. Çok ilginç tecrübeler yaşıyor Türkiye bu süreçte, özellikle bu kayyum atamalarında, Cumhuriyet Halk Partisi'ni örgütsel olarak dağıtma operasyonlarında. Yani 19 Mart tarihinden bugüne geçen sürede, sarayın, iktidarın bunu birkaç kere başarması gerekirdi. Yani böyle bir niyetle hareket eden ve bu düğmelere basan, elindeki gücü kullanarak bu tür operasyonları yerine getiren sarayın bunu birkaç kere başarması gerekirdi. Sonuç; bu kadar uzun zamanda, bir haftada, on günde yapılacak operasyonların neticesi alınamadığına göre bu işlerden bir sonuç alınamayacağı anlamı çıkıyor. Yani ben manzarayı doğrusu, iktidarın prestijini kaybettiği, bunun yanında tabii halk desteğini ve moral üstünlüğünü kaybettiği bir süreç; Cumhuriyet Halk Partisi'nin de bu krizleri bir direnişe çevirerek, direnerek, ayakta kalmayı başararak kendi önünü açtığı, kendi itibarını, iktidar alternatifi olarak gücünü, kişilerle ilgili kadrolarla ilgili kapasitesini gösterdiği bir fırsat olarak görüyorum.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
14.09.2025 Öcalan’ın Demirtaş’a, Demirtaş’ın Öcalan’a, sürecin her ikisine ihtiyacı var
12.09.2025 Habertürk ve Show TV’ye ne oldu?
11.09.2025 Gürsel Tekin’in yaptığı en büyük hesap hatası
11.09.2025 Özgür Özel’den Kılıçdaroğlu’na çağrı: “CHP’nin kayyumlarla yönetilemeyeceğini açıklamalı”
10.09.2025 CHP bölünür mü? CHP bölünsün mü?
10.09.2025 Prof. Mehmet Gürses ile söyleşi: ABD’nin Türkiye sevdası ve Kürt mecburiyeti
09.09.2025 Cengiz Çandar ile söyleşi: Suriye için çözüm teslimiyet mi, entegrasyon mu?
09.09.2025 Erdoğan CHP’ye bir dava hediye etti
08.09.2025 Gürsel Tekin’i dinlerken…
08.09.2025 Erdoğan’ın hayalindeki CHP’de Gürsel Tekin’e düşen rol
14.09.2025 Öcalan’ın Demirtaş’a, Demirtaş’ın Öcalan’a, sürecin her ikisine ihtiyacı var
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı