Mehmet Altan ile Türkiye’nin Gidişatı (11): Süreç hız kazandı & Dokuzuncu yılında 15 Temmuz

15.07.2025 medyascope.tv

15 Temmuz 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Profesör Mehmet Altan'la Türkiye'nin gidişatını ilk kez uzaktan yapıyoruz, stüdyodan değil. Ama yine de bu sohbetimizin kalitesini kesinlikle azaltmayacak, değil mi Mehmet abi?
Mehmet Altan: Kalitesinin mesafeyle ilgisi yok.

Ruşen Çakır: Eyvallah. Abi, önce esas olarak çözüm sürecini konuşacağız ya da neydi, Terörsüz Türkiye'yi. Ama bugün malum 15 Temmuz'un yıldönümü, 9. yılı. Sen 15 Temmuz'un mağdurlarından birisisin, birçok mağdurun içerisinde birisisin. 9 yıl geçti. Ben her 15 Temmuz'da bir şeyler söylüyorum ediyorum, bu sabah da yaptım bir şeyler ama bir yerden sonra artık yorulduğumu hissediyorum 15 Temmuz üzerine konuşmaktan. Sen yorulmadıysan ne söylemek istersin?
Mehmet Altan: Ruşen, 15 Temmuz deyince yaşadıklarımdan hareketle yani bireysel olarak aslında ben de seninle aynı duyguları taşıyorum. Mesela o zaman müthiş bir şamatayla neler yazdılar söylediler; evde kitaplar, kasetler, 1 dolarlar... Sana şimdi kalkıp o 1 doları gösterecektim, üçte biri yok olmuş. Ve mesela bir polis geliyor, üçte biri yok olmuş 1 doları kapatıyor eliyle, video çekiyor, "Evde 1 dolar bulundu" diyor. Savcı bunu soruşturmanın gizliliğine rağmen anında servis ediyor. Gazeteler yazıyor. Yani buna tevessül eden, buna tenezzül eden böyle bir algı operasyonlarıyla aslı astarı olmayan, gerçeği olmayan bir yargı rejiminin oluşturduğu bir düzen bu, bir süreç. Ama kalkıp da "Ya bu rezillik olur mu?" demeyi bile vallahi… Zaten yaşadıklarımız ortada. Bir de biz bütün darbeleri gördük; 60, 71, 80, 71 muhtırası, hatta Talat Aydemir'in akamete uğrayan girişimleri. Ama hiç bu kadar soruları karanlıkta kalmış, ne olduğu belli olmayan, hâlâ üstünde sır perdesi olan, aslında bütün sırlarının da büyük oranda muhtemelen yargılamalardaki savunmalarda saklı olan bir süreç. Ve sonda kime yaradı? Yani insanlar öldü, sakat kaldı ve sonunda rejim hukuktan ve demokrasiden uzaklaştı. Hâlâ o sorular nedir diye mesela sabah düşünüyordum. Ya bu çatı davası var, FETÖ çatı davası. Mesela o darbeden 39 gün önce darbe olacağını söylüyor. Kimse bunu engellemiyor. Bir ikisini hatırlatayım geçeyim. Mesela darbeyi ihbar eden bir binbaşı var. Bu binbaşı tanık mı, müşteki mi, şüpheli mi, ne oldu? Yani üstü örtülmüş sorular. Kayıp silahlar var yani bir şekilde. Aynı zamanda tabii daha dehşet şeyler var. Mesela Ankara Cumhuriyet Savcısı 16 Temmuz saat 01.00'de tuttuğu tutanakla savcılar hâkimler için bir soruşturma başlatıyor. Büyük Millet Meclisi'ne ilk bomba gece yarısı 02.33'te atılmasına rağmen savcının tuttuğu tutanakta Büyük Millet Meclisi'ne bomba atıldığı ve ölümler olduğu yazılı. Aynı zamanda bir zaman sonra Akşam gazetesine 6 Nisan 2018'de bir demeç veriyor Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu, o zaman adı o, başkanvekili diyor ki: "15 Temmuz'u 16'sına bağlayan gece saat 01.00'de 2740 yargı mensubunun görevine son verdik" diyor. Şimdi böyle gariplikler, çelişkiler, karanlıklarla dolu… Ve bizi nereye getirdi? Özgürlüklerden, refahtan iyice uzaklaştırdı. Rejimi değiştirdi. Ve Türkiye bugün basın özgürlüğü, ki demokrasinin özüdür, basın özgürlüğü kriterinde 2025'te 180 ülke arasında 159'a düştü. Daha fazla bir şey söylemeye gerek yok. Bunun daha fazlasını, yargı adı altında neler yaptıklarını ben fiilen yaşadım. Zaten geçenlerde de sana söyledim. Ayıptır yani. Ayıptır. Bir devlet devlet olma vasfını kaybetmemeli. Ettiği vakit de bir daha onu bulmak, inşa etmek kolay olmuyor. Erime ve çürüme çok hızlanıyor. Bir de hiç bahsedilmeyen HSK'lılar var. Yani bu mağduriyetlerin içinde en konuşulmayan ortak konu, bu sürecin en çok mağdur ettikleri arasında bu KHK'lıların atılması var. Onların da mesela fiilen bir tanesinin içindeyim. Anayasayı, AYM'yi, AİHM'i, Yargıtayı dinlemeyen idare mahkemeleri, Türkiye nereye gidecek bilemiyorum.

Ruşen Çakır: Evet. KHK meselesini, biliyorsun, son dönemde ben bayağı yoğun bir şekilde bizzat içinden kişilerle ele aldım ve tam ‘‘bir dokun bin ah işit’’ meselesi. Ve tabii işin acı tarafı, 9 yıl boyunca yaşanan bu sorun hakkında genel bir kamuoyu duyarlılığı falan — tabii ki büyük ölçüde korkudan, devletten, endişeden vesaireden ve umutsuzluktan tabii — oluşmamış. Peki abi cuma gününe gelelim, o Süleymaniye'deki olay. Sen gitmedin değil mi? Bir ara adını gördüm sanki ama.
Mehmet Altan: Ya tendonumun bana hafif bir azizlik yapması nedeniyle gitmek istememe rağmen kaldık. Yani bir mecburi fiili kalış o.

Ruşen Çakır: Peki gitmediğine üzülüyor musun? "Keşke orada olsaydım, cuma günü o töreni görseydim" diyor musun?
Mehmet Altan: Bir kere şöyle bir şey, benim bölgeyi bir gitme görme arzum da var. Yani çok yorucu bir gezi olduğunu biliyordum ama ona rağmen gitmek istiyordum. Benim annem Kerküklü. Nitekim anneannemin de mezarı Sancakköy'de. Ben onu hiç görmedim. Aynı zamanda annemin kuzeni Fuat Mahsum da hem ilk önce Kuzey Irak'ın ilk başbakanı Fuat Mahsum, daha sonra da Irak Cumhurbaşkanı. Yani hem bir bölgeyi görmek hem bu olağanüstü gelişmeyi izlemek. Ama bütün videosunu gördüm. Yani o görüntünün ne kadar etkileyici olduğu videoda bile belirgindi. Aynı zamanda çok uzun süren acılı ve kanlı bir dönemin bitirilmesine yönelik bir iradenin böyle bir sunum içinde ifadesi, söylenen, okunan bildiri etkileyiciydi. Ama bizim geldiğimiz yaş, gördüklerimiz, yaşadıklarımız itibarıyla her zaman bir tereddüt var. Biz 100 yıllık bir Cumhuriyet'in vatandaşlarıyız ve bu 100 yıllık Cumhuriyet hiçbir sorunu kökü itibarıyla çözememiş. Aynı zamanda ben haftada bir basın tarihi yazıyorum ve 2012-2013 yıllarında aynı sözler, aynı söylemler, aynı ‘‘hayal edilmez planlar’’ falan diye gazete manşetleri var. Şimdi bizde hakiki olmasını istiyorum, sahici olmasını istiyorum. Ama neden sahici olmuyor? Demin aslında KHK'lılarla ilgili söylediğin şeylerin özü şu. Şimdi şöyle bir Ankara'da, hatta toplumun belirli kesimlerinde "Abi hukuk neymiş? Önemli değil. Bir böyle yarım burun nefes alalım." Yani bu hukukun olmaması hâlinde devletin olamayacağı, hiçbir konunun çözülemeyeceği, bunu oksijensiz bir toplum hâlinde yaşayacağımıza yönelik bilincin çok derin olmadığı ve Ankara'yı yöneten ve bu süreci de etkin bir şekilde denetim altında tutanların da böyle bir hâli var. Şimdi Danıştay'ın hiçbir şekilde Anayasa, AİHM, AYM, Yargıtay kararlarını dinlemeyip "Bizim başka kaidelerimiz var" dediği, yargıtayın yatarı olmayan adama 8 yıldır yurt dışı yasağı uyguladığı, hiçbir kuralın, kanunun uygulanmadığı, bir gün öyle bir gün şöyle, tweet atınca adamı serbest bıraktıkları, tweet atınca siyasetçiyi, adamı gözaltına aldıkları, yüksek yargının anayasadan, yargıdan vazgeçip siyasi havayı kokladığı ve siyasetin hukukun gerekli olmadığını, onun yerine kendi iradesinin ikame edilmesinin anlamlı olduğu bir anlayış var. Bununla hiçbir şey götürülemez. Bu konuyla ilgili de sana bir sürpriz. Şimdi bak önümde bir yazı var. Bu 49 yıl önce yazılmış bir yazı. Bir cümlesini okuyacağım: "Devlet bir hukuk sistematiğinin çerçevesi içinde duruyorsa devlettir. Devleti korumak için hukuk sistematiğini bozmaya kalkmak, hastayı kurtarmak için onu öldürmeyi önermekle aynı anlamı taşır." Şimdi babam bunu ‘‘Gel de usanma’’ diye 49 yıl önce yazıyor. Diyor ki, "Hep önce devlet derler." Bugün RTÜK'ün açıklaması var mesela. Diyor ki: "Onlara göre yönetmek için klasik hukuk kuralları kıyıya itilmeli. Olağanüstü mahkemeler kurulmalı. Yargıçlar da kendi emirlerinin altında olmalıdırlar. Bu istek ve özlemlerine de gerekçe olarak daima devletin güvenliğini gösterirler." Diyor ki sonra da, ‘‘Devleti hukuk dışı bir kavram olarak görüp onu kurtarmanın da ancak hukuk dışı yollardan olabileceği inancına, yönetenlerle yönetilenler arasında da hukuk dışı bir kaba çekişme başlar. ‘Yönetenler devleti kurtarmak için hukukun dışında duracak. Yönetilenler devleti kurtarmak için hukukun içinde duracak’ diye bir yönetim türü bilmiyoruz. Bu bize özgü.’’ Şimdi hiç değişmeyen bir yapı. Şimdi böyle bir yapıdan 100 yıldır çıkmayan bir çözüm çıkacak mı? Çıkar inşallah.

Ruşen Çakır: İnşallah. Yani Çetin Altan'ın bu söylediklerini, 49 yıl önce söylediklerini…
Mehmet Altan: Hayır, bir de çok daha vahimini söyleyeyim Ruşen, sana söylemedim moralin bozulmasın diye. Diyor ki: "Bu bir garip mantıktır ki çarpıklığını göstermek için sade bizim 30 yıldan beri yazmadığımız kalmamıştır."

Ruşen Çakır: Yani bu makûs kaderimiz diyelim. Ama sonuçta senin de söylediğin gibi o tören bayağı bir, kaç yıllık, neredeyse 50 yıllık bir çatışmanın bitebilme ihtimalini bize gösterdi. Peki ondan bir gün sonra Cumhurbaşkanı'nı dinlemişsindir canlı ya da sonradan.
Mehmet Altan: Evet.

Ruşen Çakır: Şimdi orada açıkçası, yani Erdoğan bu "terörsüz Türkiye" ya da "çözüm süreci" denen olayın siyasi sorumluluğunu ilk defa bu kadar açık bir şekilde üstlendi. Daha önce bence hep yarım yamalaktı. Üstlendi ama hâlâ ben orada şeyi gördüm, çok sorunlu olaylar var o ayrı ama şöyle bir şey var. Şimdi bu Kürt sorununun çözümü için genellikle şöyle bir hikâye kurulur: Türklerin kaygıları; Kürtlerin beklentileri, talepleri. Yani Kürtler bir şeyler istiyor ama Türkler de bir şeyden kaygı duyuyor. Önemli olan bunun nasıl bir şekilde sentez yapılabileceği gibi bir şey. Benim de çok aklıma yatan bir şey, bunu yıllar önce bana Osman Bostan diye çok yakın bir arkadaşım var, o söylemişti. Belki Osman'ı tanırsın. Şimdi burada baktığımda Erdoğan’da şunu gördüm: Kürtleri rencide edecek, hatta PKK'yı rencide edecek bir dil kullanmadı. Eyvallah. Ama esas olarak kaygılı Kürt olmayan kamuoyuna seslendi gibi geldi bana. Anlatabiliyor muyum?
Mehmet Altan: Evet. Bu söylediğin bu işin püf noktası. Yani siyasi gereklilikler üstünden mi, siyaset üstünden mi konuşacağız, hukuk üstünden mi? Zaten benim de söylediğim o. Ya dersin ki, işte nitekim diyenler var, ‘‘Ya Irak'ta demokrasi, hukuk hak getire ama Kürtler daha rahat.’’ Yahut Suriye'de dersin ki, ‘‘Devlet bile yok, ama Suriye'de Kürtler başlı başına bir irade, bir güç. Onun için bu demokrasi, hukuk vesaire gibi meselelere takılmamak lazım Kürt siyaseti açısından, biz şu anda güçlü bir konumdayız ve artık çektiğimiz eziyetten, mağduriyetten bıktık. Kayyum atanmaması bile önemli bir şeydir. Önemli adımlar atma imkânlarımız var.’’ Ama bir de dersin ki, ‘‘Bu 100 yıldır böyle konjonktür oluşmuş — işte 2012-2013 gazetelerinde de görüyorsun — ama kalıcı olmamış.’’ Biz hep kendi izimize düşmüşüz. Üstelik de bu çok önemli gelişme, tarihsel gelişme yeni bir kapının açılmasına bağlı. Yani aslında Öcalan'la birlikte bu yürüyen süreç bir tek şeyi hedefliyor: PKK'nın şu veya bu şekilde fiilî olarak siyasetin içinde yer alması. Ama bu aynı zamanda Cumhuriyet'in köklü biçimde değişimi, demokratikleşmesi, eşit vatandaşlığın sahici olarak inşası. Şimdi biz bugünkü Türkiye'ye baktığımız vakit… Mesela ben ya, 7,5 yıldır Anayasa Mahkemesi kararı, AİHM kararı, Yargıtay kararına rağmen idari mahkeme kararı bekleyen bir adamım. Şimdi bireysel olarak bu durumda binlerce adam var. Bu gelişmelere ne açıdan bakacağız? Kendi hukukun hiç yürümediği, milim oynamadığı, hukukçuların, hukuk makamlarının anayasayı yok saydığı, siyasetin yok saydığı bir yerde siyaseten mi bakacağız, "Abi burası gerçek bir devlet olması için hukuka, anayasaya, evrensel anlaşmalara riayet etmelidir. Bunlar olmadığı vakit Kürt-Türk beklentilerinin dengesi, ileriye yönelik atacağımız adımların güvencesi oluşamaz" diye mi bakacağız? Ama konuşmalar genellikle siyasi, "Ya siyasi gereklilik önemlidir, hukuki gereklilik yoktur" filan. Mesela bir başkan yardımcısı tweet atıyor, içerideki belediye başkanını tahliye ediyorlar. Tersini yapsa demek ki tevkif edecekler. Yani siyasetin bu kadar yargıyı tweetle vesaireyle şekillendirdiği bir yerde mevcut duruma nasıl güvenebilirsin? Hukukun en önemli tarafı öngörülebilirliktir.

Ruşen Çakır: Tabii söylediğin önemli. Ama orada Erdoğan'ın şey vurgusu önemliydi, daha önce de yapmıştı hoş ama herkesin birinci sınıf vatandaş olacağı taahhüdü o anlamda önemli. Ama sen diyorsun ki, ‘‘Bunu söylemek yetmez. Hayata geçirmek gerekir.’’
Mehmet Altan: Ruşen, ben sana bir şey hatırlatayım. Erdoğan'a dönüp sormak lazım: "Niye AKP programını uygulamıyor? Niye anayasayı uygulamıyor?" Şimdi bunları unutuyoruz. ‘‘Gördün mü? Tarihi…’’ Ben bunlardan sıkıldım ya. ‘‘Tarihi konuşmasını gördün mü? Bu çok önemli…’’ Bu siyasi bir analiz yaptığın. Ama 25 yıllık 23 yıllık bir iktidara benim soracağım soru şu: Bu Kürt sorununu fevkalade çözebilecek bir AKP programı var. Şimdi AKP'liler onu görse yüzleri kızarır. Kaldırımı değiştirirler. Anayasayı, AYM, AİHM kararlarını uygulamıyorsun. Adamlar içeride yatıyor. Birileri tweet atınca birisinin mahkemesinde tahliye çıkıyor ve kalkıp birisi de bir şeyler söylüyor. Ya bunları konuşarak kendinizi kandırmak yerine kendi programını niye uygulamıyorsun? Bir siyasal iktidar anayasayı niye uygulamaz ya? Uygulamadığı vakit neyi konuşacağız? Siyasi analiz yaparım seninle. ‘‘Çok önemli, şunları söyledi’’ falan.

Ruşen Çakır: İyi o zaman, siyasi analiz yapacağız, tamam. Ne dersin? Süreci AKP, MHP ve DEM Parti birlikte yapacakmış. Sonra düzeltti biliyorsun ama…
Mehmet Altan: Hayır, resmî konuşma metninde yokmuş o.

Ruşen Çakır: Yok muymuş?
Mehmet Altan: Hayır.

Ruşen Çakır: Hakikaten şimdi belli ki CHP'yi dışarıda tutmak istiyor. Sonra uyarmışlar, toparladı falan ama. Yani şimdi CHP'nin, birinci parti ya da değil, en azından %30’un biraz üzerinde oyu olduğu biliniyor. Böyle bir parti ve CHP'nin bir de esas olarak seslendiği bir kesim var. Yani ülkenin batısındaki bütün büyükşehir belediyelerini, il belediyelerini almış bir partiden bahsediyoruz. Yani ülkenin batısını büyük ölçüde siyasi olarak domine eden bir partiden bahsediyoruz. Bu partiyi dışarıya atarak… Yani tarihsel şeyini falan katmıyorum, o apayrı bir şey, o da önemli tabii. Onu dışarıda tutarak böyle önemli bir sorunu çözmenin imkanı var mı?
Mehmet Altan: Kürt meselesi söyleyeceğim sorunlara oranla çok daha derin, çok daha sarsıcı, çok daha acı vermiş bir sorun. Bırak, ömür boyu iktidarda kaldın, hukuku da tepeledin. Bugün zaten tepelenmiş vaziyette, hepimiz de korktuk, hiç kimse ağzını açmıyor. İstediğin gibi tek başına istediğini yapıyorsun. Bir gün şöyle söylüyorsun, bir gün böyle söylüyorsun. Cumhuriyet Halk Partisi’ni dışladın, başka aday da kalmadı, hukuk da yok, her şeyde güvenlik dedin, kimse ağzını açamıyor filan. Böyle bir ülke oldu, değil mi? İstenilen hasıl oldu. Ya mazotun fiyatı düşecek mi? Yahut asgari ücretle yaşayanların parası açlık sınırının üstüne çıkacak mı? Yumurta fiyatı ne olacak? Fakir fukara bir kalem pirzola yiyebilecek mi? Yönetemediğin vakit bu konuşmaların bir anlamı yok ki. Şimdi yönetip yönetemediği… Dolar kaç para oldu? 40 lirayı geçti. Euro 47 lirayı geçti. Şimdi bunlar esas yönetemediğini konuşmamak için siyaset konuşuyor. Hukuk olmayınca hiçbir şeyi çözemezsin. Buna da “Oralarda değiliz hocam, hukuk veya hayır, böyle topluca yani hukuk aslında bir fantezi, olsa da olur olmasa da olur, şimdi siyaset konuşalım” falan. Hep siyaset konuştu 100 yıldır. Ne oldu? Şey diyor ki bak, 22.21: “Bütün bunlar başka toplumlarda yüzyıllar önce denenmiş yollardır. Bu yolların çıkar yol olmadığı görüldüğü için de kuvvetler ayrılığı prensibi benimsenmiştir. Bizde ise kuvvetler ayrılığı prensibi kağıt üstünde ve hukuk fakültelerinde sadece ders olarak kalmıştır. Yürütme ne yasama organının ne de yargı erkinin denetimi altına bir türlü girmek istemez. Padişahlığa özenir de özenir.” Şimdi padişahlığa özendik, padişah da olduk, peki tebaa ne olacak? Yönetemezsin yani. Şimdi Kürt sorunu bu bağlamdan kopuk değil. ‘‘Anayasayı da uygulamıyorum, yasayı da uygulamıyorum, yargıyı da yok ediyorum, yasamayı da yok ediyorum’’ ama bu sefer çok başka sorunlar çıkıyor. Onun için yani Cumhuriyet Halk Partisi’ni dışlama filan çok derin bir konu. Aslında soruya cevap vereceğim. Çok radikal demokrasi isteyen, radikal hukuk isteyen bir meseleyi siyasi minik çıkarlarla bağdaştırdığım vakit dengesi bozuluyor. Bunu gerçekten gelip halletmek lazım; ama o zaman gerçekten radikal bir demokrasi, radikal bir hukuk, radikal bir eşitlik, cumhuriyetin bütün eksikliklerini, 100 yıllık eksikliklerini giderecek bir yapıyla çözülebilir. Ama Kürt tarafı buna bastırıyor. Hatta şöyle bir şey düşünüyorum: Öcalan'ın tahayyülü, orada demokratik toplumsal yapıları düzenleme, daha evvel ‘‘Hocam’’ dediği bir düşünürden etkilenerek insanın yaşam kalitesini arttıran, toplumu geliştiren, yerelde günlük hayatın önemli olduğu bir dörtlü ayrı yapı oluşturmak istiyor. Yani dedim; bu bir anlamda acaba hayali, Ortadoğu'da Kürtlerin dinamiğiyle Avrupa Birliği mi, sınırların şunların bunların ulus devletin öneminden ziyade insanın önemi, yönetimin önemi gibi. Şimdi buna uyum sağlayacak bir ahenk yok bizde, Ankara'da, toplumda. Yani, ‘‘Muazzam bir şey yapıldı. Bunun propagandasını yapın, bunu sürekli söyleyin, endişe belirtmeyin, hukuktan söz etmeyin. Biz bazı haklar vereceğiz’’in çok ötesinde bir radikal değişim var. İşte birtakım adımlar atılabilir, birtakım iyileşmeler olabilir ama onlar bugüne göre olabilir. Bugüne göre değil, 100 yıllık eksikliğe göre adım bekliyor Kürt sorunu.

Ruşen Çakır: Şimdi istersen sana Öcalan'dan bir cümle okuyayım: “Türkiye Cumhuriyeti bağlamında ifade edersek cumhuriyetin demokratik hukuk devleti, sosyal devlet, laik devlet niteliklerinin soyut olmaktan somut olmaya doğru gelişmesi gerekiyor. Buna demokratik cumhuriyet diyoruz.” Bunu görünce aklıma Mehmet Altan geldi.
Mehmet Altan: Yani ben bunu ‘‘ikinci cumhuriyet’’ olarak 1990'larda söyledim. Ama o diyor ki, “Bu, Kürtlerin yaşadığı dört ayrı ülkede bu ulus devlet vesaire olmadan o toplumların sağlayabileceği bir düzenleme.” Bunu bugüne getirirsen aslında ‘‘Kürt dinamiğinin Ortadoğu'da Avrupa Birliği’ni kurma arzusu’’ da denilebilir.

Ruşen Çakır: Ama, pardon, burada kastettiği şimdi o dört ülkedeki Kürtler değil, bu Türkiye Cumhuriyeti için tanımladığı bir şey.
Mehmet Altan: Evet, ama aynı zamanda…

Ruşen Çakır: Bunu öteki taraflara bir entegrasyon gibi ayrıca taşımak istiyor.
Mehmet Altan: Peki bu nedir? Sen bu hukuk, sosyal devlet şu bu dediğin zaman, insan önemlidir demek bu. İnsanın refahı önemlidir. İnsanın özgürlükleri, insanın günlük yaşam kalitesi. Bu insanı esas aldığın vakit, bu zaten ulusüstü, aynı zamanda sınırların önemsizleştiği, ulus devlet özelliklerinin yerine insanın ihtiyacı olan özelliklerin manalı olduğu bir şey. Avrupa Birliği’ne şimdi gidip baktığın vakit sınır mı var? Bir yerde duruyor musun? Bir şey mi soruyorlar? Özgürlüğün mü eksik bir şekilde? Refah buradan düşük mü? Şimdi Türkiye'nin kendisi AB istemiyor ya, bu ölçüde bir bölgesel değişimin… Ama bu bir sürtüşme meselesi olacaktır. Türkiye'nin aynı zamanda da oyun oynarken sınırlı tutmak istediği, seçimle, siyasi rantla sınırlı tutmak istediği, aynı zamanda da Ortadoğu'daki depremlerden kendi iktidar ve konumlarını, denetimsiz ve cezasız konumlarını sürdüreyim derken başka yerlere evrilebilir. Sertlik getirilebilir, nispi bir özgürlük getirilebilir, o bir ivme kazanabilir. Her şeye açık bir yapı. Dilerim çok iyi olur. Ama ilk önce şu anayasayı bir uygulasalar, hatta AKP kendi programını bir uygulasa.

Ruşen Çakır: Ama sen çok dar bakıyorsun. Ben şimdi senin olayı biraz daha geniş bir spektruma taşıyıp kesinlikle şeyi soracağım: Türk-Kürt-Arap ittifakı.
Mehmet Altan: Onu ben sahiden anlayamadım yani. Bu harika bir şey. Baktım, bu acaba, ‘‘Artık bugünkü mevcut halde bu kadar sefalet, felaket, baskı varken 50+1’i bulamayız. Arapları da bunun içine koyalım, Kürtleri de koyalım, Türkleri de koyalım, yani demografik ölçülerde bir şey yakalayalım’’mı demek? Yahut ‘‘Biz artık Ortadoğu'nun sultanlığı…’’ vesaire mi? Bir de Ruşen, saçma sapan şeyler konuşmak da ağırıma gidiyor bu yaşta. Vatandaşlık kime yetmiyor ya? Vatandaşlığın tanımını, yani buraya bol mu geliyor, bunu oluşturamamış. Vatandaşlık nedir? Temel hak ve özgürlüklerdir. Adama ana dilini yasaklamışsın ya. Kürtçe yasaktı. Böyle bir devlet burası. Şimdi aynı zamanda çok ağır, çok önemli cümlesi... Şimdi onu tekrarlayanlara da kızıyorlar. “Devletin bazı yanlışları oldu” diyor. Devletin bazı yanlışları binlerce insanın öldürülmesi. Yargı nerede? Gerçek bir devlet olmadığın vakit siyasetçinin söylediği şeylerin manası yok. O cümle başlı başına, yani Toroslar, beyaz Toroslar, bilmem neler, yakılan ormanlar, şunlar, bunları bir cumhurbaşkanı ağzından duyuyoruz. Bir devletin kendi yasalarını… Yani bu tamamen ‘‘devletin güvenliği için hukukun dışına çıkmak gerekir’’ mantığı… Bu ne kadar büyük acılara yol açtı? Peki yargısı yok mu bu ülkenin? Cumartesi Anneleri, onların gösterilerini de yasakladılar bir ara, davalar açtılar. Şimdi bunların tümünü gördüğün vakit ancak günlük… Bak, ben sana söyleyeyim; televizyonlarda yorum yapıyorsan, kadroluysan, yazı yazıyorsan, işte oralardan varmış gibi görünüyorsan, gölgen dolanıyorsa, paran pulun artıyorsa bunları çok önemliymiş gibi her gün yazar söylersin. Ama uzun vadede bunlar, artık çürümüş sakız bu, yani ciddiyeti yok. Ve biz artık buralardan gelip geçeceğiz. Bunlarla oyun olmaz. Bak ne yapıyorum, bu çok büyük bir hem acı hem fiyaka, 49 yıl önce yazılmış yazıyı getirip koyuyorum. Ne diyor: “30 yıldır bunu yazıyoruz.” Bu 30 yılın üstüne 49 yıl geçmiş. Şimdi ben söylüyorum. Geri kalan da yani bir oportünizmle günlerine baktılar. Aslında buranın değişmediğini, değişmedikçe belalarının arttığını, belalar arttıkça canım ülkenin, halkın zebil ziyan olduğunu, kendi yaşamlarının da çok ağır mağduriyetlere uğradığını söyleyerek geçip gittiler diyelim. Yoksa orada işte Türkler Kürtler Araplar. Şimdi peki niye Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının eşit hakları yok ya? Bütün bu mesele… Öcalan ilk çağrısında ne dedi? “PKK'nın taban bulmasının tek nedeni var – ki denetimle, o çağrı devletin denetimiyle yayınlanıyor değil mi? – demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasıdır” dedi. Şimdi 2-3 ay evvel bunu devlet ve Öcalan olarak ortak sorun olarak tespit ediyorsun; çözüm noktasına doğru adım atıldıkça da başka şeyler söylüyorsun. Eğer bize TC vatandaşlığı, eşit vatandaşlık az geliyorsa… Avrupa Birliği’nde ‘‘anayasal vatandaşlık’’ diye bir kavram var, değil mi? Yani insan unsuru. Şimdi buralardan çok geriledik ve bu konuşmalar da aslında çok gerilemenin konuşmaları. Hatta birileri de kalkıp diyor ki, ‘‘Çok derin bir konuşma olacak, bilmem ne olacak’’ filan. Ya içinde hukuk yok, demokrasi yok, özgürlük yok, anayasa yok. Peki ne olacak? Bence bu Ortadoğu Kürt siyasetinin dinamiği, Türkiye'deki gençlerin nefessizliği, kadınların isyanı, emeklilerin açlığı, bu dinamiklerle bir şekilde bir yere gidecek. Dilerim hayırlı bir yere gider. Bir de komik bir yer bu. Gerekeni yapmıyor. İlkeyi, kuralı yok ediyor. İşler iyicene sıkışıyor. Bu sefer başka yollar arıyor. Türkiye'nin ne sorunu var? Kendi yasalarını, anayasasını, anlaşmalarını uygulasa ne sorunu var? Bütün bu sorunların temelinde kuralları uygulamamak, ceza görmemek, kanunları bypass etmek yatmıyor mu? Şimdi sen kuralları uygulamıyorsun, gidip duvara vuruyorsun. Ondan sonra duvara vurunca da başka ifadelerle başka bir şeyler söylüyorsun. Bu kuralları uygulamazsan biz bu çıkmaz sokaktan ve çarptığımız duvardan çıkamayız. Ama burada şimdi başka dinamikler var. Onun için PKK'nın silah bırakma töreni önemliydi. Onun için Ortadoğu'daki gelişmeler önemli. Onun için hukuku inkar ettiğin vakit fukaralığın artması çok çok önemli. Mazotun fiyatı önemli, sütün alınamaması önemli, yumurta önemli, gençlerin gitme arzusu önemli. Bunların tümünden böyle çok dikkatli, Sırat köprüsünden geçer gibi bakarak izleyeceğimiz bir yol olacak bu. Ama bunun çok daha basit, kimseye acı çektirmeden, insanların birbirini öldürmeden, fakir fukaralığa düşmeden gideceği yolu var. Şu anayasayı uygulamak bile ilk başta çok yararlı. Bir de şeyi anlamıyorum. Propaganda yapacaklar değil mi? Bu süreci denetleyen bir güç var ve istiyor ki, ‘‘Harika oldu, her şey çok güzel gidiyor, müthiş’’ filan. Yahu bu propagandayı istiyorsanız hiç olmazsa şu AİHM, AYM kararlarını uygulayın komisyondan, şundan, bundan evvel. Bunun getireceği oksijen sizin aradığınız o büyük övgü, alkıştan daha fazlasını getirecektir. Onu bile yapmadan bu kadar hasislikle gitme zorluğu daha artıyor.

Ruşen Çakır: Ama gördüm ki Mehmet Altan Türk-Kürt-Arap ittifakı konusunda çok şey olmuş.
Mehmet Altan: Çok teskin oldum, konuyu idrak ettim. Eskiden seni, harika, bayılıyorum, Allah da size kuvvet versin, eskiden çok dikkatle izlerdim. Yani Avrupa Birliği’ne Erdoğan çırağıyken, reçeteyi Avrupa Birliği yazarken söylediklerini çok dikkatle izlerdim. Şimdi videolar dolaşıyor, değil mi? Seçimi nasıl kazandılar? ‘‘DEM’leniyor, DEM’leniyor, Altılı Masa’nın altında DEM var, DEM var,’’ söylemediklerini bırakmadılar. Bir de bu benim çok ayıbıma gidiyor ya. Benim 40 tane kitabım var, 40 kitabımın içinde birbiriyle çelişkili iki yazı birisi bulsa utancımdan karaciğerim kızarır ya. Bu siyasetçilerin bu kadar pişkinliği ayıp değil mi? Ve ne kadar güveneceğiz ya? İki gün önce başka, beş gün sonra başka. İp atılıyordu, bilmem ne yapılıyordu. Hatta Anayasa Mahkemesi üyelerini Kandil'e gönderiyorlardı. Şimdi aynı insanlar, ‘‘Ya boşver şimdi onu, unut’’ filan. Böyle bir adam değilim ben. Kurallar, ilkeler olmadığı vakit, tutarlılık olmadığı vakit olmuyor. Neden? İşte başlangıca geldik. Önünde 100 yıllık bir bilanço var. İnşallah bundan vazgeçerler yahut da hayat bu krizi çözer, makule gelir Türkiye. Şimdi Türkler, Kürtler, Araplar, AKP, MHP, DEM. Ya peki bir program, anayasa, hukuk filan? ‘‘Şimdi Ruşen onları boş ver, siyaset konuşalım. Bunu nasıl değerlendiriyoruz?’’ Abi, burada bak, ‘‘Gel de usanma.’’ Ne zaman? 1949 yılında. Bir de tabii böyle başka şeyler var mesela, Halkların Demokratik Partisi. Halkların Demokratik Partisi, ne zaman? 13 Temmuz 2021’de. Ne yapıyor? 15 Temmuz darbe girişimi sonrası dağıtıldığı iddia edilen silahların akıbetine ilişkin önerge veriyor. Ve ne oluyor biliyorsun, hatırlarsın. 2017 ortalarında bir cinayet davasında sanığa diyorlar ki, “Bu cinayette kullandığın uzun namlulu silahı nerede buldun?” Diyor ki, “Darbe girişiminin meydana geldiği 15 Temmuz 2016 günü Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden aldım” diyor cinayeti işleyen adam. Manşet olmuştu Hürriyet'e. Bunları biz hemen unutuyoruz ya. Şimdi ne oldu bunlar? Önerge ne oldu? Bu dava ne oldu? ‘‘Ben bunu Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden aldım’’ diyen o cinayet sanığı ne oldu? Fikri takip olmayınca… Ama ‘‘Türkler, Kürtler, Araplar yeni yüzyılda Avrupa, Ortadoğu, küresel dünyanın egemen gücü olacak. Zaten tören de bunu kendi niteliğinin üst düzey olmasıyla ispat etti. İleriye baktığımızda umut doluyum. Yumurta fiyatı düşecek. Anayasa Mahkemesi, AİHM kurallarını, Danıştay, herkes uygulayacak. Ve köylülerimize de bir müjdem var, mazot sıfır kuruşa inecek.’’

Ruşen Çakır: Evet, burada noktayı koyuyorum. Çok teşekkürler abi.
Mehmet Altan: Ben teşekkür ediyorum Ruşenciğim. Sağ olasın. Görüşmek üzere bir ay sonra.

Ruşen Çakır: Mehmet Altan'la Türkiye'nin gidişatının 11. bölümünü, Temmuz 2025 bölümünü böylece noktalıyoruz. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
20.07.2025 Apoculuk ve Fethullahçılık: Benzerlikler ve farklılıklar
19.07.2025 Suriye’deki kaos çözüm sürecini tehlikeye sokabilir
18.07.2025 Şimdi hamle sırası devlette
17.07.2025 Erdoğan bu İmamoğlu’nun yargılanmasının TRT’de canlı yayınlanmasını istemeyecektir
16.07.2025 Burak Cop anlattı: CHP çözüm sürecinde ne yapıyor, ne yapmalı?
16.07.2025 Vahap Coşkun: TBMM’deki komisyon nasıl şekillenecek, ne yapacak?
16.07.2025 Erdoğan “PKK ile barış, CHP ile savaş” stratejisinden bir an önce vazgeçmeli
15.07.2025 15 Temmuz’un 9. yılında Fethullahçılık’tan geriye ne kaldı?
15.07.2025 Mehmet Altan ile Türkiye’nin Gidişatı (11): Süreç hız kazandı & Dokuzuncu yılında 15 Temmuz
14.07.2025 PKK teslim mi oluyor?
20.07.2025 Apoculuk ve Fethullahçılık: Benzerlikler ve farklılıklar
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı